Hayatı denizin kenarında, Balıkçı bir ailenin içerisinde geçmiş bir birey olarak denizleri denizlerde yaşanmış insan hikayelerini ve denizin kendi içine aldığı değerleri merak eder dururum. Amasra İlçesinde küçük ama Karadeniz bölgesinin en değerli müzelerinden bir tanesi bulunmakta içinde binlerce tarihi eser her birinin ayrı bir hikayesi ve geçmişi müzenin içinde tarihte bir geziye çıktığınızda hayall dünyanızda tarihte bir gezinti yapmamak elde değil, işte müzenin içinde bulunan ve bir dönem dünya ticaretinde önemli yer alan bu günün büyük gemilerde taşınan konteynerleri binlerce yıl öncesinden batıp giden gemilerden denize dökülen her birinin tarihi ve hatırası olan ANFORALAR…
Karadeniz amforalarıyla nelerin taşındığını hep merak ederdim. Öyle ya zeytin ağaçları ve üzüm bağlarından yoksun dar sahil şeritlerinde bu küplere neler basılmıştı acaba?
Xenophon'un 2500 yıl önce bizzat yaşadığı ve yazdığı (aslında bir Anadolu belgeseli olan) On binlerin Ricatı'nda aradıklarımın bir bölümünü buldum. Ülkelerine dönmek için Anadolu'yu yağmalayarak İran'dan Karadeniz'e inen Yunanlıların ağzından aynen aktarıyorum; |
|
|
|
||
Sn. Bilge Umar'da "İlkçağda Türkiye Halkı" adlı kitabında bu bilgiye şu yorumu yapıyor: "Xenophon'un yassı ceviz dediği kestanedir. O çağda Helenler kestaneyi bilmiyorlardı. Buna karşılık o çağdaki Karadenizli yurttaşlarımızın da henüz fındıkla hamsiyi pek önemsemediği anlaşılıyor. Gerçekten ambarlarında kestane değil fındık, yunus balığı eti değil tuzlanmış hamsi çıkmasını beklerdik." |
||
|
Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları ve Türkiye'nin Tarihi" kitabının yazarı Seton Lloyd ise M.Ö. 100 yılında Roma'ya kafa tutan Pontuslu Karadenizlilerin amforalara doldurdukları ürünleri ise şöyle anlatıyor: "Romalılar zamanında başka ürünlerde, örneğin bal ve balmumu, güzel kokulu sakızlar ve harbak ve pelin otu gibi çeşitli ecza bitkileri de dış satıma değer görülürdü. Ancak kıyı köylerinde en büyük gelir balık avcılığından sağlanırdı. Orkinoslar yumurtalarını bıraktıktan sonra İstanbul Boğazı'na giderken kolayca yakalanır, tuzlanır, dışarı satılırdı. İtalya gibi uzak yerlerde bunlar çok pahalıya giderdi."
Dağlarla Karadeniz arasında, nüfusun yoğun olduğu toprak çok verimliydiler. Yunan koloni yerleşmelerinin varlığı, kıyı şeridinin ekonomisini hatta kültürünü Helenistik döneme değin derinden etkilemişti. Ancak bu yerleşmelerin içerilerde etkisi az olmuştur. Karadeniz'in bizim kıyılarımızdaki güvenli sığınak teşkil edecek doğal limanları çok azdır. Zaten eski çağlarda ilk yerleşimler koloni ve şehirlerde hemen hemen bu doğal liman çevrelerinde kurulmuş ve yoğunlaşmıştır.
Karadeniz'in Türkiye kıyılarındaki en büyük 3 amfora üretim merkezi sırasıyla şunlardır:
1-) AMASRA (Amastris
2-) KARADENİZ EREĞLİSİ (Herakleia Pontike)
3-) SİNOP (Sinope)
AMASTRA (AMASTRİS) AMFORALARI
Amasra'da doğal bir yarım ada üzerinde olup, Sinop gibi iki limana sahiptir. İsmini kurucusu olduğu kadından alan Amastris amforaları da genelde Taşoz formundadırlar. Bunların da dar ve biraz daha geniş olmak üzere iki yaygın tipi vardır. Bazı amforaları da Sinop gibi büyük olabilir. Hatta özellikle geniş tiplerde kulpların dışa taşkınlığı ve toprakları Sinop amforalarını andırır. Amasra amforalarının dar olanları ise yine Herakleia ve Taşoz'u anımsatır. Bu amforaları diğerlerinden ayıran en belirgin özellik ağız kenarlarındaki çizgiler ile mühürlerin omuzlara değil, boyunlara vurulmasıdır. Bu amforalar M.Ö. 3. yy.da çok kısa bir süre için üretilmişlerdir.
Anforalar tarihte kaybolmadan Amasra’da bulunan küçük müzedeki koleksiyonu ziyaret ederek görmeli ve tarihin içinde ufak da olsa bir yolculuğa çıkmalıyız..