İstanbul Milletvekili Cihangir İslam, Bartın’dan iktidarı eleştirdi

Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Cihangir İslam, “Hak ve Adalet Ekseninde Türkiye” konulu konferans için Bartın’a geldi.
Bu haber 2018-12-19 16:06:49 eklenmiş ve 381 kez görüntülenmiştir.

 

 

Halk Eğitim Merkezi’nde büyük bir coşku ile karşılanan Cihangir İslam, Halk Eğitim Merkezi’nde Bartınlılara hitap etti. Konferansa Saadet Partililer akın etti. Saadet Partisi Bartın il, ilçe ve belde teşkilatları tam kadro programa katıldı. İzdiham yaşanan salonda partililer salonun dışına taştı. 
Programa Saadet Partisi Zonguldak İl Başkan Yardımcısı İbrahim Işık beraberinde Devrek ve Çaycuma teşkilatı ile birlikte katıldı. CHP Bartın İl Başkanı Selim Karakaş, CHP Eski Merkez İlçe Başkanı Hacı Gölbucaklı, Türk Diyanet Vakıf Sen Bartın Temsilcisi İsmail Ünsal ve Anadolu Gençlik Derneği Bartın Şube Başkanı Burhanettin Akyol’da misafirler arasında görünen isimler arasındaydı.

 

Kısa süre önce ebedi istirahatına uğurlanan Saadet Partisi İl Başkan Yardımcısı Fikret Ercan anısına program öncesinde slayt gösterisi izletildi.

 

Fikret Ercan’a Rahmet Olsun

 

1 Aralık’ta geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Fikret Ercan’a da rahmet dileyen İstanbul Milletvekili Cihangir İslam, “Ben sırası gelmişken Fikret Ercan kardeşimize rahmet diliyorum. İşte hadise bu arkadaşlar. İki hafta önce aranızdaydı, aramızdaydı bu arkadaşımız ama bugün aramızda değil.” dedi.

 

“Muhattabımız iktidar partisi”

 

Muhataplarının iktidar partisi olduğunu ifade ederek mevcut iktidarı eleştiren Cihangir İslam’ın konuşmasından önemli bazı satırbaşları şöyle:
“Muhattabımız iktidar partisidir. Bana diyorlar bazen neden bize bakıp konuşuyorsun? Size bakıp konuşuyorum, çünkü bütün olup biteni siz icra ediyorsunuz. Yapan sizsiniz, konuşan sizsiniz, insanları susturan sizsiniz. Her şey sizin sorumluluğunuz altında o yüzden. Şimdi ben CHP grubunu mu eleştireyim? Evet, onları da yanlışlarında eleştireceğiz. Onlar da oturuyor ve iktidarın yanlışlarını eleştirmeye çalışıyorlar. Bana diyorlar ki hani doğru söylüyorsun da rahatsızlık da yaratabiliyor. Ya zaten sizi rahatsız etmeye geldik Meclise. Neden rahatsız oluyorlar, son konuşmamı özetleyeyim size. Zatı muhterem bize ne dedi ‘zillet ittifakı’. Yani millet ittifakına bir isim taktı bir lakap taktı. Çıktık Meclis kürsüsüne ‘bunu sana aynen iade ediyoruz’ dedik. İyi yapmış mıyız? Bu şekilde saygısızca gelen her şeyi, ‘adresi yanlış’ deyip aynen iade edeceğiz. Bundan emin olun.

 

“Daha da öteye gidemiyorum”

 

Ama daha da öteye gidemiyoruz dedim niye, beni bağlayan ahlak diye bir şey var dedim. Daha da öteye gidemiyorum. Ben sana böyle bir lakap takamaz mıyım? Şimdi gençlere söylesem cumhur ittifakı için 5 dakikada 55 tane isim bulurlar mı, bulurlar. Bu bize yakışmaz. Dedik ki, o yüzden çık ortaya madem bunu umumun huzurunda söyledin hem Saadet Partisi'nden, hem Cumhuriyet Halk Partisi’nden hem de İyi Parti’den özür dile. Bu kadar basit. Yeter mi, yetmez. İnsanlara isim takmak, gruplara isim takmak, lakap takmak onların hoşlanmayacağı şekilde onları çağırmak nasıl bir şey? Bu çok kötü bir şey değil mi, bunu hepimiz biliyoruz öyle değil mi? Onlara bir de tavsiyede bulundum dedim ki, madem bunu herkesin huzurunda söyledi bir de tövbe etsin dedim, doğru demiş miyim? Oradan birisi çıktı saygısızlık etme dedi. Ne saygısı sizin kitaba saygınız yok, kitabı aç kitaba bak dedik. Biz bu tavsiyemizi yaptık arkadaşlar ve olayı orada bıraktık. 

“İktidarın sıkıntıları var”

 

Emin olun bundan sonra ne derlerse misliyle önce iade edeceğiz ve onlara gerekeni hatırlatacağız, hiç endişeniz olmasın. Neden çünkü sıkıntıları var. Yol bitti, para bitti, Türkiye borç içinde. Vatandaş mutsuz. Peki, Türkiye bu haldeyken ne yapacaksınız? Konuşanı susturacaksınız. Hayat pahalılığından bahsedeni bir şekilde medya vasıtasıyla karalayacaksınız. Sizin yüzünüze hakkı haykıranları durdurmaya çalışacaksınız. Yani bugünü de kurtaracaksınız yarına doğru yelken açacaksınız. Ama böyle bir dünya yok arkadaşlar onlarda bunun farkında. O yüzden ne yapıyorlar, muhalifleri alıyorlar ceza evlerine atıyorlar.

 

“Tarihin en büyük fazini ödüyoruz”

 

Şimdi bakınız bugüne kadar gerekeni söyledik. Ama böyle bir yolculuğa başladık aktif siyasetin göbeğinde, Ankara’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev verdiniz, gittik. Bu hikâye nerede biter, nasıl biter bilmiyorum. Ne kadar beceririz onu da bilmiyorum. Ama size bir söz veriyorum. Her zamanda ve her zeminde Hakkı söylemeye devam edeceğiz. Bundan emin olun.

 

Şimdi değerli arkadaşlar Türkiye'ye bir bakıyorsunuz aşağı yukarı 500 milyar dolar’a yakın borcu var. Tarihin en büyük borç yükü ile karşı karşıyayız. Borcun anaparası da değil, tarihin en büyük anapara faizini ödüyoruz. Diyorlar ki kişi başına geliri 3 bin dolar'dan aldık 10 bin dolar'a getirdik. 10 bin dolar ne demek? Yani ortalama bir yılda her insanın geliri aşağı yukarı 10 bin dolar diyorlar. Bu hesap ne demek biliyor musunuz? Dört beş kişilik bir aile düşünün. Bir yılda bu ailenin cebine 240 bin TL giriyor demektir. 12 aya bölün ayda 20 bin TL. Allah için söyleyin içimizde dört beş kişilik bir aile mutlaka vardır. Kaç ailenin cebine bugün ayda 20 bin TL’ye giriyor arkadaşlar? Peki, neden böyle,16 yılda sayıca en çok artan kesimlerden bir tanesi dolar milyonerleri. Bunların çoğunluğu da taşeron milyonerleri. Şimdi siz dolar milyonerlerini sayısal artırdığınız zaman, ortalamadan yersiniz. O zaman diğer tarafta yoksulu ve fakiri arttırırsınız. İşte, Türkiye'nin sorunu bu. Bir taraftan hak etmeyen bir zenginlik yükseliyor. Diğer taraftan hakkını alamayan yoksulluk yükseliyor. İşte Türkiye’yi 16 yılda getirdikleri nokta bu.

 

“İşçilere zulmediyorlar”

 

Geçen gün yine Meclis konuşmasında bir haber geldi. Ankara Mamak’ta işçiler eylem yapıyor. Neyin eylemini yapıyor biliyor musunuz? İnşaat işçisi arkadaşlar, aşağı yukarı iki yıldır parasını alamıyormuş. İnşaat işçisinden bahsediyorum. Bizim zamanımızda inşaat işçisinin yevmiyesi akşamüstü kürek bırakılınca hemen verilirdi. Oda elini yıkar giderdi. Tamam, şimdi aydan aya veriyorsunuz. Peki, neden böyle oluyor? Açıyorsunuz bir ihale. Örnek olarak diyelim 100 milyon liralık bir ihale. Bu ihaleyi veriyorsunuz. Bir bakıyorsunuz verdiğiniz kişi o ihaleyi 1 hafta sonra devretmiş 85 milyon liraya. 1 hafta içinde 15 milyonu cebe koymuş. Bir hafta sonra ihale tekrar el değiştirmiş 85 milyona aldığı ihaleyi 70 milyona devretmiş. 1 hafta içinde oda 15 milyonu koymuş cebe. Sonra bir 15 milyon daha cepte. Bakıyorsunuz 100 milyon liralık ihale 50-55 milyon liraya gitmiş. Aradaki fark? Bu arada havadan para kazanan türedi zenginler oluşuyor.

 

Peki, öbür yanda ne oluyor bu üçüncü havalimanı işçilerinde gördüğünüz gibi. İşçinin gelirinden emeğinden hakkından kısılıyor. Ne istiyordu o insanlar biliyor musunuz? O dönemde oraya da gittik. Arnavutköy’e 3. havalimanının oraya. Gittik ama bir manga jandarma karşıma dikildi. Düşünün siz bana yetki vermişsiniz, milletvekilini şantiyeye almıyorlar. Yetki verdiğiniz bir vekil, devlet sırrı olmayan herhangi bir yere gider ve incelemesini sizin adınıza yapar ve gelip size raporunu sunar. Öyle değil midir? Milletvekilinin görevi bu değil midir? İstedikleri neydi biliyor musunuz işçilerin? Yemekten böcek çıkmasın diyorlardı. Orası şöyle bir yer 30bin-40bin işçinin çalıştığı, şehrin dışında kamp gibi bir yer. Orada yatıp orada kalkıyorlar. Şantiye alanının içerisinde servisler onları alıp götürüp getiriyor. Yani insanlar Mardin, Erzincan, Nevşehir'in köyünden belki ilk defa çıkmış. Uçakla geliyor şantiyenin içine giriyor arada zaten başka bir şey görmüyor. Hafta sonu Arnavutköy’ü şöyle bir gezme imkânları da yok. Ne dedi 29 Ekim’e yetişecek dedi. Anlatabildim mi? Sanki 30 Ekim ya da başka bir zaman olsa ne olur? Şimdi bu işçiler başka ne dediler? Tahtakurusu ve pire olmasın dediler yattığımız yatakta. Arkadaşlar insanlar bunu isteyince gözaltına alma tutuklama furyası başladı. Hakkınızı arayamadığınız bir ortam düşünelim arkadaşlar. Hem o şartlarda çalışıyorsunuz ve biz hala orada kaç işçi kaybettik? Hepsine Allah'tan rahmet diliyoruz. Kaç kişi sakat kaldı? Net bir bilgiye sahip değiliz. Bakanlık bir takım açıklamalar yapıyor ama sendika kanadı başka şeyler söylüyor hangisine inanacağız? Bu iktidar yalan söylemez diyerek iktidara da inanamıyoruz ki!

 

Kendilerine dünyada cennet kurmak istiyorlar

 

Şimdi söylemek istediğim şu, kendilerine bir cennet kurmak istiyorlar. Bu dünyanın nimetleri sınırsız değildir arkadaşlar. Bu dünyanın nimetleri ve imkânları sınırlıdır. Bu yüzden bütün insanlar bu dünyaya ve kâinata gözü gibi bakmalı, ihtiyacı kadar tüketmelidir. Şu dünyadan da tabirimi maruz görün, en az pisliği bırakarak öbür tarafa vade dolunca gitmelidir. Yani yapılması gereken budur. Yani dünyanın imkânları sınırsız değil. Ama Allah'ın nimetleri sınırsız o yüzden cennet ancak ve ancak Allah tarafından bahşedilmiştir. Siz bu dünyayı böyle küçük bir zümre için cennet haline getirmeye çalışırsanız yani nimetleri sınırsız bir yer haline getirmeye çalışır, sınırsız bir tüketim içerisine girerseniz, işte bu dünyayı öbür insanlar için cehenneme çevirirsiniz. İşte söylemek istediğimiz şey buydu. Evet, bunlarda aşağı yukarı aynısını yapıyor. Neden böyle oldu bunun üzerinde uzun uzun düşünmek lazım. Bu arkadaşlar nasıl bu hale geldi nasıl böyle bir zihin dönüşü yaşandı nasıl bu kadar düşüncesizce davranabiliyorlar gerçekten bunu anlamak zor. Bunun üzerinde düşünmeli ve nedenlerini araştırmalıyız. Tabi en nihayetinde bu insanın kendi tercihlerine gelir dayanır.

 

Sanki dün iktidarı kurmuşlar gibiler

 

Evet, arkadaşlar Türkiye'nin ekonomik durumu bu. Onlara sorsanız öyle bir tablo anlatıyorlar ki, mecliste bugünlerde bütçe konuşuluyor. Bir bakan çıkıyor konuşuyor dinliyorsunuz. Sanki dün hükümeti kurmuşlar da 16 yıllık bir geçmişten eser yokmuş gibi, kısa bir süre önce hükümeti kurmuşlar gibi, o kısa süre içerisinde o kadar güzel o kadar büyük işler yapmışlar ki, yani dillerine baksanız bunu anlıyorsunuz. Böyle bir inkâr. Gerçeklikten kopmuş bir kafa. Olup bitenden kopmuş bir kafa. Mesuliyet kabul etmeyen bir kafa. Ve muhakeme etmekten uzaklaşmış bir kafa. Bunun birde yönetimde olduğunu düşünün zaten yönetimde. İşte bunlarla bu tip davranışlarla karşılaşıyoruz arkadaşlar.

 

Çare var!

 

Ama şundan emin olun ki bu hadiseden kurtulmanın imkânı var. Çare var diyoruz ya, bu hadiseden kurtulmanın çaresi var. Mesele sadece ve sadece karşımızdaki siyasi, yani 16 yıl içerisinde kendi başarısızlığını defalarca göstermiş, kanıtlamış siyasi ekibin tasfiyesi değil ama bir yönden de bizim yapabileceklerimizin ülkeye bu ülke insanına gösterilmesi ve kendi programlarımızın sağlam bir şekilde bu ülke insanının önüne koyulması. Bunun üzerinde çalışıyoruz teşkilatlarımızda çalışıyor elbirliğiyle çalışıyoruz ve mutlaka ama mutlaka bu değişim gerçekleşecektir.

 

Demokrasiye karşı bir rüzgâr estirilmek isteniyor

 

Mutlaka ama mutlaka bu değişim gerçekleşecektir dedik. Neden mi? Şunun için bakın. Dünyada karşı dalga dedikleri şu birkaç on yıl öncesinden başlayan Sovyet Duvarı'nın komünist bloğun çökmesi ile başlayan demokrasi rüzgârından sonra sanki bir karşı rüzgâr esiyor. Demokrasi ile problemleri olan, genelde tek kişi yönetimi, otoriter bir takım yönetimler, aslında tam bu tanımlara da uymuyor diyor bu işten anlayanlar. İşte Putin gibi, Venezuella gibi, Macaristan’da Victor Orban gibi, bir takım liderler çıkıyor Hindistan'da da aynı şey görülüyor. Hukuk tanımaz bir yönetim. Medyanın ve özellikle toplumun okumuş ve düşünür kesimin baskı altında tutulduğu bir yönetim. Bir çoğunluk iktidarı, bir tek kişi iktidarı ve baskıcı bir yönetim. Yani bu tip yönetimler özellikle bu küresel kapitalizmin daha çok tedavüle girdiği, Sovyet bloğu çöktükten sonra başlayan demokrasi döneminden sonra ki yeni bir dönem.

 

Yargı siyasi telkinlerin altında kalıyor

 

Şimdi arkadaşlar Türkiye'de biz bunun da bir benzerini yaşıyoruz. Ortada ne var bir tek kişi yönetimi var. Ortada ne var uzun süredir iktidarda kalan bir parti. Bundan daha önemlisi sindirilmiş bir medya var. Ya da yandaş hale getirilmiş yalan haberlerle dolu sürekli farklı sesleri linç etmeye yönelmiş sabahtan akşama yalan pompalayan bir medya. Evet, bunu da yaşıyoruz. Onun dışında ne yaşıyoruz? Keyfi bir yönetim yaşıyoruz. Bunun dışında yargının siyasi telkinler altında kaldığını görüyoruz. Türkiye’den bahsediyoruz. Bunun dışında ne yaşıyoruz yargıçların gidip icranın başı olan kesimlerden bir anlamda çay toplantıları, 28 Şubat'ı hatırlayın yargıçlar brifing almaz mıydı? Dönemin adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan bir tamim yayınlamıştı. Yargıç brifing almaz arkadaşlar yani hiç ayağa da kalkmaz. Bakın meşru işle uğraştığı halde üç kişiye selam verilmez öyle değil mi? Bir ders anlatan üstada selam verilmez, iki ibadet edene selam verilmez, üç postun üstündeki kadı'ya selam verilmez. Bu kötü anlamda değil onu bölmemek, o fiiline saygı göstermek, onu alacağı kararını şaibe altında bırakmamak için verilmez. Kadılar, hâkimler yargıçlar adına ne derseniz deyin onların da toplumla ilişkileri ve başkalarıyla ilişkileri farklı bir ahlaka sahipti. Fazla samimi olamazlar. Küçük yerlerde lokaller vardır. Lokale gidip fazla oturmazlar. Memur kesimin gelip çay içtiği bir kısmı oyun oynar falan çok gittiğim yerler değil ama hâkimler buna gitmez. Gitmezdi yani. Çünkü o dedikodulara, o lüzumsuz samimiyeti olan veya laubali ortama girmez kendi zihnini bulandırmazdı. Çünkü bunlar kararlarını birtakım bir şekilde etkiler diye. Şuradan geldik Türkiye'de bunlar oluyor. Brifing veya yargıyı etkilemek iyi bir şeyse geçmişte biz buna niye karşı çıktık? Kötü bir şeyse niye yargıyı etkilemeye çalışıyoruz? Burada bir çıkmaz var öyle değil mi? Değerli arkadaşlar inanın bana Türkiye'nin durumu çok daha iyi. Neden? Açın bakın seçim sonuçlarına Kazakistan Nursultan Nazarbayev yüzde 97 oy almış, Putin Rusya'da yüzde 76 oy almış, Maduro Venezuella'da ve Hindistan'daki aşırı sağcı milliyetçi grup yüzde 66 yani üçte iki oy almış.

 

Toplumun yarısı tek kişi yönetimini istemiyor

 

Biz de ne olmuş gelin şöyle bir referanduma bakalım. Ne oldu referandumda? Ak Parti, MHP ve Büyük Birlik Partisinin aritmetik Toplamı yüzde 63’ tü. Görüyorduk TV programlarında yüzde 60'tan kapıyı açıyorlardı yüzde 67'ye kadar varan tahminler vardı. Ne oldu akşam, yüzleri nasıldı, simsiyahtı değil mi? Bozuktular niçin yüzde 51'le zor geçirdiler de o yüzden. Onca baskıya, ne olup bittiğini bilmediğiz olaylara rağmen ancak ve ancak yüzde 51 aldılar. Neydi bunun anlamı, bu toplumun aşağı yukarı yarısı; bu demokrasi karşıtı harekete, tek kişi yönetimine, keyfiliğe karşı çıkıyor, direniyor demektir. Bu çok olumlu bir şey, siyaset adına çok büyük bir sermaye.

 

Bütün imkânlara rağmen kötü sonuç aldılar

 

Geldik seçime. Seçimde havuz medyasını açtıysanız o akşam seyrettiyseniz zannettik ki zaferle çıktılar seçimden. Bakalım. Toplayın cumhur ittifakını alt alta. Yani Ak Parti, MHP ve Büyük Birlik Partisi. Girin bakın 1 Kasım 2015 seçimlerinin yedi puan altında bu ittifak. 7 Haziran ki en kötü sonuçtur o güne kadar aldıkları. 7 Haziran'ın 2,8 puan yani 3 puandır aşağı yukarı altında. Neyin zaferi bu arkadaşlar, neyin zaferi? Yani devletin bütün imkânlarını kullanacaksın, yedi sekiz tane kanal sabahtan akşama kadar senin için yayın yapacak, yani o kadar büyük bir adaletsizlik var ki mesela rakamlar şöyle onlara 300 saat yer verilmiş toplam, ötekine 1 saati bile bulmuyor bazen 2 saati bile bulmuyor. Böyle bir muhalefet anlayışı. Böyle bir televizyonculuk anlayışı. Ama buna rağmen bu ülkenin aşağı yukarı yarısı bunda direniyor arkadaşlar. Bu çok önemli bir şey. Bunu önemsiyoruz. İşte o yüzden bu tip ittifak anlayışlarına isimler takıp yıpratmaya çalışıyorlar.”

Konuşmasının ardından da Cihangir İslam, soru cevap yöntemi ile devam ettiği programda, 2 saat Bartınlılar ile birlikte oldu. Program sonunda Saadet Partisi Zonguldak Devrek teşkilatı Cihangir İslam’a meşhur Devrek bastonu hediye etti.

 

 

 

ETİKETLER : Bartın Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Cihangir İslam
Diğer SİYASET haberleri
Köşe Yazarları
 ‹ 
 ›